
Balkan Türklerinin Göç Hikâyeleri: Anılar, Kayıplar ve Yeni Başlangıçlar
Balkan Türkleri’nin hikâyesi, bir bavula sığdıramadığın anılarla başlar. Geride bırakılan evlerin kapısı hâlâ gözünün önünde, ama bir yandan da yeni bir umutla atılan adımların heyecanı içinde. Osmanlı’dan bugüne, bu insanlar farklı zamanlarda yollara düştü. Kimi savaşın dumanı arasında, kimi baskının ağırlığıyla, kimi de sadece çocuklarına daha iyi bir yarın bırakma hayaliyle. Her göç, yürekte bir parça kopardı, ama aynı zamanda yeni bir kapı araladı. Gelin, Balkanlar’daki Türklerin bu duygu dolu yolculuğuna birlikte bakalım; tarihin tozlu sayfalarına uzanıp, bugünün izlerini bulalım.
1. Osmanlı’nın Çekilişi ile İlk Büyük Göçler Başlamış Oldu
Balkan Türkleri’nin göç hikâyeleri, Osmanlı’nın Balkanlar’dan elini çekilmesiye başladığı 19. yüzyılda başka bir hal aldı. 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı, yani bizim “93 Harbi” dediğimiz o zor günler, bu işin en acı dönüm noktalarından biriydi. Bulgaristan’daki Türkler, savaşın ortasında bir sabah uyandıklarında kendilerini yollara vurmuş buldu. Deliorman’ın yeşil tarlaları, Dobruca’nın sakin köyleri bir anda dumanla kaplandı. Evde pişen ekmeğin kokusu bile yarım kaldı; insanlar, ne alabilirlerse onu kaptı, yollara düştü.
O günleri düşününce insan içinden geçiyor: Bir anne, çocuğunun elini sıkıca tutmuş, bir baba sırtında bohçayla yürüyor. Yolda kimi hastalıktan yitip gitti, kimi soğuktan titreyerek ilerledi. Ama gözlerinde hep bir ışık vardı; “Bir yer buluruz, yeniden başlarız” ışığı. Tarihçiler 500 binden fazla insanın göçtüğünü söylüyor, ama o rakamlar anlatmaz ki geride kalan bahçeyi, dedenin mezarını, komşunun son selamını. Anadolu’ya, İstanbul’a vardıklarında, sanki bir nefes aldılar. Bursa’da bir sokak, İzmir’de bir mahalle oldu yeni evleri. “Evimiz yitip gitti, ama umudumuz bitmedi” diyerek hayata tutundular.
2. Balkan Savaşları ve İkinci Dalga
1912-1913 Balkan Savaşları, bir başka dalga getirdi. Balkanlar’dan Osmanlı’yı neredeyse tamamen silen bu savaş, Türkler için yeni bir ayrılık vaktiydi. Batı Trakya’da Gümülcine’nin, İskeçe’nin sokakları boşaldı. Kosova’dan, Üsküp’ten kaçanlar yollara döküldü. Bu sefer sadece evler değil, minarelerden yükselen ezanlar, avluda oynayan çocuklar, her şey geride kaldı. Bir ninem vardı, “Camimizin kapısını son kez kilitledim” derdi, sesi titreyerek.
Yol uzun, yük ağırdı. Yanlarına aldıkları birkaç parça eşya, bir de yüreklerinde taşıdıkları türküler. 300 binden fazla insan yerinden oldu; çoğu Türkiye’ye geldi, bazıları Romanya’ya sığındı. Üsküp’ten gelenler mesela, İzmir’de bir köşeye yerleşti. Orada yaptıkları köfteye hâlâ “Balkan köftesi” derler, çünkü o tat, geride bıraktıkları evin hatırası. Göç, bir son gibi görünse de, aslında yeni bir başlangıçtı. O türküler, o yemekler Balkanlar’ı unutmamak içindi.
3. 20. Yüzyıl: Zorunlu Göçler ve Anlaşmalar
20. yüzyıl, göçün daha düzenli ama bir o kadar da zor zamanlarıydı. 1923’te Lozan Antlaşması’yla mübadele başladı. Yunanistan’daki Türkler Anadolu’ya, buradaki Rumlar Yunanistan’a yollandı. Batı Trakya hariç, köylerin ışıkları söndü. Ama asıl büyük sınav, Bulgaristan’da 1950-51 ve 1989’da yaşandı.
1950’lerde komünist rejim, Türkleri sıkıştırdı. İsimler değiştirildi, “Ahmet”ler “Aleksandır” oldu, okullar kapandı. İnsanlar, “Burada nefes alamıyoruz” diyerek bavullarını topladı. Trenler dolusu insan Türkiye’ye geldi, gözleri geride. 1989’da ise “Büyük Göç” dedikleri o dalga vurdu. Bulgaristan’da Türklere hayat dar edildi; 300 binden fazla insan, trenlerle, otobüslerle sınırı geçti. Edirne’ye vardıklarında, bir yanda sevinç, bir yanda hüzün vardı. Kırcaali’den gelen bir teyze, “Bahçemde çiçeklerim kaldı” demiş, o çiçekler yıllarca aklından çıkmamış.
O trenlerin sesi hâlâ kulaklarda. Ellerinde birer bavul, yüreklerinde bir dünya anı. Türkiye’ye geldiler, ama geride kalan komşular, sokaklar hep içlerinde bir yara.
4. Yöre Yöre Göç Hikâyeleri
- Bulgaristan: Deliorman’dan gelenler, tarlalarını, atlarını bırakıp yollara düştü. Bursa’da, İstanbul’da hâlâ “Deliorman muhaciri” diye anılırlar. Tütün tarlasının kokusu burnlarından gitmez. Hele 1989'da gelenlerin sürgünle gelişi, yürekleri sızlatıyor.
- Gümülcine’den, İskeçe’den mübadeleyle kopup gelen akrabalarımız, İzmir’e, Çanakkale’ye sığındı. Zeytin ağaçlarının serinliği hâlâ yüreklerinde yaşıyor
- Kosova: Prizren’den, Mamuşa’dan 1990’lardaki savaşla kaçanlar, Türkiye’ye sığındı. “Kapıyı kilitleyip çıktık, bir daha göremedik” diye anlatırlar.
- Romanya: Dobruca’dan 1940’larda Anadolu’ya geçenler azdı, ama gidenler Köstence’nin balıkçı köylerini unutamadı.
- Arnavutluk: Tiran’dan, Elbasan’dan komünizm baskısıyla gelenler, Türkiye’de yeni bir sayfa açtı. Türküleri, o eski günlerin yankısı.
5. Yeni Başlangıçlar ve Miras
Her göç, bir kayıpla başladı ama umutla bitti. Türkiye’ye gelenler, burada yeni bir hayat kurdu. İstanbul’da Bayrampaşa, Balkan muhacirlerinin yuvası oldu. Ellerinde ne varsa onunla başladılar: bir dükkân açtılar, çocuklarını okuttular, komşularıyla sofralarını paylaştılar. Balkanlar’dan getirdikleri “kaçamak” hâlâ sofralarda, böreklerin kokusu evleri dolduruyor.
Bugün torunlar, dedelerinin köylerine gidiyor. Bulgaristan’a, Kosova’ya vardıklarında, “Burası bizim köklerimiz” diyorlar, taşlara dokunuyorlar. Göç, onları yerinden etti ama kimliklerini, o Balkan ruhunu silemedi. Her yeni başlangıç, geride kalanların bir hatırası oldu.
Sonuç: Göçün İzleri
Balkan Türkleri’nin göç hikâyeleri, yürekten yazılmış bir defter gibi. 93 Harbi’yle başlayan, Balkan Savaşları’yla derinleşen, 20. yüzyılda zorunlu göçlerle şekillenen bu yol, kayıplarla dolu olsa da umutla aydınlandı. Deliorman’ın tarlaları, Gümülcine’nin zeytinleri, Prizren’in sokakları geride kaldı, ama o anılar, o türküler Türkiye’de yaşıyor. Balkan Türkleri, nereye giderse gitsin, Balkanlar’ı yüreklerinde taşıdı, taşımaya da devam ediyor.
Yorum Gönder
0Yorumlar