
Bulgaristan’dan 1989 Zorunlu Göçü: Bir İnsanlık Dramı
1989 yazı, Balkanlar’da bir halkın kaderini değiştirdi. Bulgaristan Türkleri, yıllarca süren baskıların ardından bir sabah ansızın yollara düştü. Evlerini, tarlalarını, anılarını geride bırakıp, bir bavula sığdırabildikleriyle Türkiye’ye sığındılar. Bu, sadece bir göç değildi; bir insanlık dramıydı. Komünist rejimin asimilasyon politikalarının son çırpınışı, 350 binden fazla insanı yerinden etti. Gelin, bu hikâyeyi baştan sona, yürekten bir anlatımla keşfedelim.
1. Karanlık Yıllar: Asimilasyonun Gölgesi
Bulgaristan Türkleri’nin 1989’daki zorunlu göçü, birdenbire ortaya çıkmadı. Kökleri, komünist rejimin 1944’te iktidara gelmesiyle başlayan bir baskı sürecine uzanıyor. Todor Jivkov liderliğindeki Bulgar Komünist Partisi, “tek millet, tek dil” hayaliyle Türkleri ve Müslümanları yok saymaya karar verdi. 1980’lere gelindiğinde bu politika iyice sertleşti. 1984’te başlayan “Bulgarlaştırma” kampanyası, tam bir kimlik kıyımına dönüştü.
İsimler zorla değiştirildi. Ahmetler “Aleksandır”, Fatmalar “Fiona” oldu. Türkçe konuşmak yasaklandı; sokakta, evde, hatta balkonda çocuklarını Türkçe çağıranlara ceza kesildi. Camiler kapatıldı, ibadet engellendi. Bir dedem anlatırdı: “Köyde bir komşu, gizlice Kur’an okurken yakalandı, günlerce hapse atıldı.” Direnenler oldu elbette; Cebel’de, Kırcaali’de ayaklanmalar çıktı. Ama bu direnişin bedeli ağırdı: 24 kişi hayatını kaybetti, yüzlercesi sürgüne gönderildi.
1989’a gelindiğinde bıçak kemiğe dayanmıştı. Türkler, “Ya asimile olursunuz ya gidersiniz” ikilemiyle karşı karşıya bırakıldı. Jivkov, 29 Mayıs 1989’da televizyona çıkıp, “Bulgaristan’ı vatan bilmeyenler gidebilir, Türkiye kapılarını açsın” dedi. Bu, bir davet değil, bir kovmaydı.
2. Yollara Düşüş: Bir Bavul, Bir Umut
3 Haziran 1989’da Türkiye, Kapıkule Sınır Kapısı’nı açtı. O andan itibaren, Bulgaristan’dan bir insan seli akmaya başladı. Trenler, otobüsler, eski Lada’lar dolusu insan sınırı geçti. Resmî rakamlar, 1 Haziran-21 Ağustos arasında 345 binden fazla kişinin Türkiye’ye geldiğini söylüyor; gayriresmî sayılar ise 360 bine yakın. Avrupa’da, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki en büyük kitlesel göçtü bu.
Yolda neler yaşanmadı ki? İnsanlar, evlerini satamadan, eşyalarını toplayamadan çıktı. Bir teyze, “Bahçemde domateslerim olgunlaşmadan ayrıldım” diye ağlamıştı. Çocuklar, annelerinin elini sıkıca tutuyor, babalar bohçalarını sırtlanmış yürüyorlardı. Kapıkule’ye vardıklarında, çadır kamplar kuruldu; Edirne, Bursa, İstanbul dolup taştı. O anın tanıkları anlatır: “Trenler geldi, insanlar bavullarıyla indi, gözlerde hem hüzün hem sevinç vardı.”
Ama bu göç, sadece bir yer değiştirme değildi. Bulgaristan’da fırsatçılar türedi; eski arabalar fahiş fiyatlara satıldı, taksiciler Kapıkule’ye bin leva istedi. Komünist bürokratlar rüşvetle pasaport çıkardı. Bir insanlık dramı, bazıları için kazanç kapısı oldu.
3. Türkiye’de Yeni Bir Hayat
Türkiye, kapılarını sonuna kadar açtı. Dönemin Başbakanı Turgut Özal, “Bunlar bizim kardeşlerimiz” diyerek göçmenleri kucakladı. Ama gerçekler, hayal edilen kadar kolay değildi. Çadır kamplarda kalanlar, iş bulmakta zorlandı. “Türkiye’de her şey hazır” sananlar, yarım yamalak evlerle karşılaştı. Yine de pes etmediler. İstanbul’da Bayrampaşa, Bursa’da muhacir mahalleleri kuruldu. Ellerinde ne varsa onunla başladılar; bir dükkân açtılar, tarlaya girdiler, çocuklarını okuttular.
Bir süre sonra, yaklaşık 130 bin kişi Bulgaristan’a geri döndü. Kimisi akrabalarını özledi, kimisi Jivkov’un devrilmesiyle umutlandı. Ama kalanlar, Türkiye’de kök saldı. Balkan böreği kokusu evlerden yükseldi, türküler dillerden düşmedi. “Kaçamak” yaptılar, sofralarını paylaştılar.
4. Geride Kalanlar: İzler ve Yaralar
1989 göçü, Bulgaristan’da da derin izler bıraktı. Türk köyleri boşaldı, camiler sessizleşti. Jivkov rejimi 10 Kasım 1989’da çöktü, ama suçlular yargılanmadı. 1991’de açılan dava, zaman aşımına uğradı. Bulgaristan Türkleri’ne bir özür bile dilenmedi. Bugün hâlâ Kırcaali’de, Deliorman’da o günleri hatırlayanlar var. Bir amca, “Evimin kapısını kilitledim, bir daha açamadım” diye anlatıyor.
Türkiye’deki torunlar ise dedelerinin köylerini ziyarete gidiyor. “Burası bizim köklerimiz” diyerek taşlara dokunuyorlar. Göç, yerinden etti ama kimliklerini silmedi.
Sonuç: Unutulmayan Bir Yaz
1989 zorunlu göçü, Bulgaristan Türkleri’nin yüreklerinde bir yara, ama aynı zamanda bir direnç hikâyesi. Asimilasyonun karanlığından kaçıp, umuda doğru koşan bu insanlar, geride evlerini bıraktı, ama ruhlarını bırakmadı. Deliorman’ın tarlaları, Dobruca’nın köyleri sessiz kalsa da, o anılar Türkiye’de yaşıyor. Bu göç, bir son değil, yeni bir başlangıç oldu. Balkan Türkleri, nereye giderse gitsin, Balkanlar’ı gönüllerinde taşıdı.
Yorum Gönder
0Yorumlar