
Eski Türklerin Sofrası: Bozkırda Bir Gün
Eski Türkler, Orta Asya’nın uçsuz bucaksız steplerinde at koştururken karınlarını nasıl doyuruyordu, hiç merak ettiniz mi? Göçebe hayatın zorluklarına rağmen, öyle lezzetli ve pratik bir beslenme düzenleri vardı ki, insan hayran kalıyor. Hayvancılıkla geçiniyorlardı; et, süt ve süt ürünleri masalarının baş tacıydı. Hele bir kımızları vardı ki, o tam bir efsane!
Et: “Bugün Ne Pişirsem?” Diye Düşünmeye Gerek Yok
Steplerde bir Türk ailesini düşünün; çadırın önünde ateş yanıyor, koyunlar otluyor. Sofrada genellikle koyun, keçi ya da at eti olurdu. At eti mi dedim? Evet, yanlış duymadınız! Atlar sadece binek hayvanı değildi, aynı zamanda karın doyuran bir dosttu. Hem besleyiciydi hem de Türklerin gözünde özel bir yeri vardı. Eti ya haşlarlardı suda mis gibi, ya ateşin üstünde çevirip kızartırlardı ya da kurutup pastırma gibi saklarlardı. Kışın o kurutulmuş etler, “Aman hava soğuk, ne yesek?” derdini çözerdi.
Süt Ürünleri ve Kımız: Bozkırın Şifalı İkramı
Süt ürünleri deseniz, Eski Türklerin hayat damarıydı. Koyun ve keçi sütünden yoğurt yapar, peynir hazırlar, bazen de kurutup uzun yola çıkarken yanlarına alırlardı. Ama asıl mesele kımızdı! Fermente at sütünden yapılan bu içeceği bir içen bir daha unutamazdı. Hafif ekşi, biraz köpüklü… Hem serinletirdi hem de enerji verirdi. “Bugün yorgunum” diyene, “Al bir kımız, kendine gelirsin!” derlerdi.
Kımız öyle bir şeydi ki, sadece karın doyurmaz, adeta ruhu beslerdi. Atlarını sağar, sütü deri tuluklara koyar, biraz bekletirlerdi; hoop, fermentasyonla kımız hazır! Yazın güneş yakarken buz gibi içilir, kışın üşüyünce iç ısıtırdı. “Bu şifalıdır” derlerdi; yorgunluğu alır, hastalıktan korur, hatta bağırsakları bile mutlu ederdi. Şamanlar bile kımızı severdi; törenlerde içip ruhlarla sohbet ederlerdi sanki. Atın gücünü içlerine çektiklerini düşünürlerdi. Bir bardak kımız içince kendinizi bozkırda at üstünde hayal edebilirsiniz!
Tahıl ve Ekmek: “Biraz da Buğday Yiyelim”
Göçebe olsalar da, tamamen et ve sütle yaşamıyorlardı tabii. Yanlarında tarım yapan komşularla alışveriş yapar, arpa, buğday ya da darı alırlardı. Bunları ya çorbaya katıp kaşıklarlardı ya da yufka gibi incecik ekmekler yaparlardı. “Et bitti, ne yapsak?” dediklerinde bu tahıllar imdada yetişirdi. Ama itiraf edelim, kımız varken ekmek biraz gölgede kalırdı.
Avcılık ve Toplayıcılık: Doğanın Hediyeleri
Bir gün çadırın önünde otururken, “Hadi ava çıkalım” derlerdi. Geyik, tavşan, ne bulurlarsa avlarlardı. Doğadan da eli boş dönmezlerdi; yabani böğürtlen, otlar, belki bir tutam yabani soğan toplarlardı. Yazın tazesini yer, kışa saklamak için kuruturlardı. Bu, sofralarına renk katan küçük sürprizlerdi.
Mevsimler ve Kımız: Her Zaman Yanlarında
Bozkırda hava bir öyle bir böyle… Kışın kurutulmuş etler, kımız ve peynirle karın doyururlardı. Yaz gelince otlaklar yeşillenir, hayvanlar bol süt verir, taze yoğurtlar yapılırdı. Ama kımız? O her mevsimin yıldızıydı! Hem dayanıklıydı hem de her an içmeye hazırdı. Bu beslenme tarzı, Eski Türkleri ayakta tuttu; steplerde at koştururken karınları tok, gönülleri hoştu.
Merakınız uyandıysa, şu kaynaklara bir göz atın:
- “Türk Mutfağının Kökenleri” – Deniz Gürsoy
Bozkır sofralarını merak edenler için şahane bir kitap. - “Orta Asya’da Göçebe Yaşam” – Ahmet Taşağıl
Eski Türklerin hayatını anlamak isteyenlere. - “Kımız: Türklerin İksiri” – Emine Gürsoy Naskali
Kımızla ilgili her şeyi öğrenmek için birebir.
Bu kaynaklar, Eski Türklerin bozkırdaki maceralı sofralarını size taşıyacak. Bir gün kımız içip o günleri hayal edin, bakalım neler hissedeceksiniz!
Yorum Gönder
0Yorumlar